Blog
DAR HANE’DEN TARHANA’YA

DAR HANE’DEN TARHANA’YA

Her şeyin bir oluş hikayesi olduğu gibi çorbaların da bir oluş hikayesi vardır. Zengin fakir her sofranın baş tacı olan Tarhana’nın da bir çıkış hikayesi var elbet…

Anadolu misafirperverliği kimsenin üzerinde tartışabileceği bir konu değildir desek iddialı konuşmuş olmayız. Bunu herkes kabul edecektir.  

Anadolu’da günümüzde bile yaygın olan bir gelenek vardır. Özellikle Ramazan ayında iftar saatinde her kapı açık olur. İftar yemeğinde sofraya bir tabak her zaman fazladan konulur. Ve her ev sahibinin gözü kapıda olur, sofrasına bir misafir gelsin umuduyla…

Rivayet odur ki; Bir Ramazan akşamıdır. Padişah Yavuz Sultan Selim ve veziri Edirne’de tebdil-i kıyafet denetlemeye çıkmıştır. – Bir rivayete göre ise yanından hiç ayırmadığı yakın dostu Hasan Can ile birlikte. –  Padişah ve veziri epey dolaştıktan sonra akşam ezanı yaklaşmıştır. Oruç açmaları lazım geldiğinden aralarında konuşa konuşa bir mahalleye gelirler.

Vezir Padişaha “Ne yapalım?” diye sorar. Padişah da “Akşam ezanı kimin kapısının önünde okunursa o evde iftar edelim.” der.  Zaten Osmanlı geleneği olarak geçtikleri her evin kapısında birileri beklemektedir. Ve geçtikleri her kapıdan da davet alırlar…

Vezir ve Padişah aralarında bunları konuşurken eski bir evin önünden geçerler tam o sırada top patlar. Evin penceresinden yaşlı bir kadın seslenir ve “Gelin evlatlarım top patladı. Karnınız açtır. Allah ne verdiyse beraber yiyelim.” der.

Sultan Yavuz Selim ve veziri içeri girip selam verirler. Yer sofrasında yaşlı bir amca görürler. Bir de kendilerini davet eden yaşlı teyze vardır evde.

Sofraya otururlar ve sofraya sadece çorba gelir. Çorbalar içilir. Sofraya başka bir yemek gelmez. Sultan Yavuz ve vezir bu yaşlı çiftin başka bir şeyleri olmadığını anlarlar. Padişah o sırada vezirine “Gördün mü ne kadar lezzetli bir çorbaydı.” deyince vezir dil alışkanlığıyla, “Evet, öyledir hünkârım.” der. Bu konuşmayı işiten ev sahipleri evlerine konuk olanın padişah olduğunu anlarlar. Hem çok şaşırır hem de çok üzülürler, zira konuklarına çorbadan başka bir şey ikram edememişlerdir. Mahcup bir tavır ile;

“Kusura bakmayın Sultanım, biz yoksul ve dar gelirli insanlarız. Bu “dar hane”mizde ancak bu çorbamız var. “Dar hane” çorbası ikram edebildik size. Başka bir şey ikram edemedik.” derler.

Padişah, yaşlı çiftin üzüldüğünü görünce; “Bu akşamki kısmetimiz de bu imiş ne güzel ne lezzetli çorbadır bu.” diye iltifat eder yaşlı çifte.

Sultan Yavuz ve veziri evden ayrılır. Bu durumdan çok etkilenen Sultan Yavuz vezirine emir veriri ve mahalle halkına yiyecek yardımında bulunur.

Ve Sultanın çok beğendiği çorba saray mutfağına da girer bu vesile ile…

“Dar hane” çorbası, zamanla “tarhana” çorbasına dönüşerek Türk mutfağındaki sarsılmaz yerini alır…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir